İçiniz kararmasın hemen, başlığa bakıp, mutsuz anlarınıza dalarak… Hepimizin çok derin yaraları ve mutsuzlukları olmuştur bu hayatta. Ve biliyorum; sizin yaranız en derini, sizin derdiniz en büyüğü… “Senin ki de dert mi be kardeşim?, zamana bırak geçer gider" öğüdünü almak işe yaramasa da, çokça dinlemişsinizdir eminim. Herkesin derdi vardır. Çevrenizde ki yapay görüntüleri sıyırdığınızda, karşınıza çıkan kişiliklerde hep birkaç darbe bulunur, tabi keşfedebilene. İş keşfetme meselesi de değil asılda, bir mutsuzluk yarışı da yok ortada, ama nedense insanlar mutsuz anlarında birbirlerini dinlerken ve yaşanmışlıkları anlatırken, böyle bir bağ kurmaya çalışıyor. Mutsuzluğun sebebi konu her ne ise, o konu hakkında herkes birkaç yorumda bulunur, hatta karşısındakine olan sevgisinden ve onun üzülmemesini istediğinden; "bak ben de böyle bir şey yaşamıştım" hikâyeleri anlatılır durur… Dertler katlanarak çıkar karşınıza, sanki yaşınızla beraber alınan kötü haber sayıları çoğalmaktadır. Kendisi için maddi hedefler koyan bir çok kişi yıkılır bu yolda. Çünkü yıllardır savaştığı koltuğa oturmuştur, yıllar borcunu ödediği ev artık onundur… Maddi ihtiyaçlar hiç bitmez deseniz de, bir ev bir araba ve geride kalacaklar güzel bir gelecek hayalleri vardır, bu başlığın içinde. Peki kalbiniz bunlarla mı atar? Tüm bu tek depremle yıkılabilecek maddi ihtiyaçlar mı ışıldatır gözlerinizi?
Hikayelerde, kadehlerde, duygusal melodilerde saklıdır bu üzünçgiller ama en tehlikelisi kalpte saklı olanlarıdır. Kalbinizin derinlerine sakladığınız gözyaşı olup akamayan, dilere name olamayan bu mutsuzluk aslında içindeki ışığın sönmesidir belki de, bilemezsiniz... Kimi zaman hepimiz hayata karşı inancımızı tüm güvenimizi yitiririz. İşte tam da bu yitik zamanda, siz kendinize olan inancınızı ve elinizdeki değerleri görmeseniz bu mutsuzluk içinizde bir yerlere saklanır ve kemirmeye başlar sizi.
Depremle yıkılmıştır binalar ve her depremde yıllar devrilir, toprağa karışır gider. Mutluluğu karıştırır çoğu insan, sanar ki bu koltukta oturunca mutluluk tam yanımda, bu evin sıcaklığı ısıtacak içimi… Maddi her şeyi değerli kılan, onların maddesel değerlerimidir sizin için bilemem. Parmağınıza taktığınız o çok değerli pırlanta mı değerli olan yoksa, bir metal tel mi? Hangisi daha çok mutlu eder insanı? Ve bir eşya nasıl değerli olur? Nasıl mutluluk verir?
Günümüzde insanlar enerjilerini düşüren insanlarla vakit kaybetmek istemiyorlar çoğu zaman, böyle zamanlarda daha iyi görebilirsiniz en iyi dostlarınızı sevdiklerinizi… Geçer gider zaman, unutursunuz, üstesinden gelirsiniz, bugün inansanız hayata, belki insanlara değil de, kelebeklere inansanız önce, yine de geçer gider… Nazım Hikmet’in karıma Mektup şiirde dediği gibi Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısıen fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.
Mutluluğu ölçerken birinci bardak ile onuncu bardak arasında aynı mutluluk olmadığını söylüyor iktisatçılar. Her sahip olunanla değer kaybediyor, elinizdekiler. Çevrenizde ki insanlar yetmiyor size, eviniz dar geliyor, arabanız eski şimdi… Hep daha fazlası için çabalıyor insanoğlu, ister işi olsun ister eşi, sanki huzuru değil de mükemmeli arıyor kusursuzmuşçasına… Dört dörtlük kıyafetlerin içinde ki yapay gülüşlerde bulmaya çalışınca huzuru, sanki hayatın huzur bulacak tüm köşeleri kapılmış gibi geliyor insana…
Sevmediğiniz her tavrı için suçladığınız insanlar oluyor, kalbinde çırpınan kelebek ise bu tavırlardan gözükmüyor bile. İnsanlar kendilerini anlatmaya çalışırken doğal olmayı deneseler belki her şey çok daha kolay olacak ama işte... Olması gerekenleri sunmak ile başlıyor hatalar, mutsuzluklar...
Bugün kendinize bir iyilik yapıp, mutluluk için gerekli ana başlıkları silseniz hayatınızdan ne dilerdiniz? Ben sizin adınıza cevap vereyim; huzur ve sevgi dilerdiniz.
Peki bu sevgi sizin kalbinizde yoksa kim size bu sevgiyi sunabilir ki? Siz her gün içtiğiniz dünyanın ta öbür ucundan gelen kahve tanelerinden yaptığınız sıcak sütlü kahveye dilinizi yaktığı için kızarken, içine bir parça huzur katsanız ve deseniz ki, şanslıyım. Bir koltuğum, kitabım ve kahvem var…
Hikayelerde, kadehlerde, duygusal melodilerde saklıdır bu üzünçgiller ama en tehlikelisi kalpte saklı olanlarıdır. Kalbinizin derinlerine sakladığınız gözyaşı olup akamayan, dilere name olamayan bu mutsuzluk aslında içindeki ışığın sönmesidir belki de, bilemezsiniz... Kimi zaman hepimiz hayata karşı inancımızı tüm güvenimizi yitiririz. İşte tam da bu yitik zamanda, siz kendinize olan inancınızı ve elinizdeki değerleri görmeseniz bu mutsuzluk içinizde bir yerlere saklanır ve kemirmeye başlar sizi.
Depremle yıkılmıştır binalar ve her depremde yıllar devrilir, toprağa karışır gider. Mutluluğu karıştırır çoğu insan, sanar ki bu koltukta oturunca mutluluk tam yanımda, bu evin sıcaklığı ısıtacak içimi… Maddi her şeyi değerli kılan, onların maddesel değerlerimidir sizin için bilemem. Parmağınıza taktığınız o çok değerli pırlanta mı değerli olan yoksa, bir metal tel mi? Hangisi daha çok mutlu eder insanı? Ve bir eşya nasıl değerli olur? Nasıl mutluluk verir?
Günümüzde insanlar enerjilerini düşüren insanlarla vakit kaybetmek istemiyorlar çoğu zaman, böyle zamanlarda daha iyi görebilirsiniz en iyi dostlarınızı sevdiklerinizi… Geçer gider zaman, unutursunuz, üstesinden gelirsiniz, bugün inansanız hayata, belki insanlara değil de, kelebeklere inansanız önce, yine de geçer gider… Nazım Hikmet’in karıma Mektup şiirde dediği gibi Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısıen fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.
Mutluluğu ölçerken birinci bardak ile onuncu bardak arasında aynı mutluluk olmadığını söylüyor iktisatçılar. Her sahip olunanla değer kaybediyor, elinizdekiler. Çevrenizde ki insanlar yetmiyor size, eviniz dar geliyor, arabanız eski şimdi… Hep daha fazlası için çabalıyor insanoğlu, ister işi olsun ister eşi, sanki huzuru değil de mükemmeli arıyor kusursuzmuşçasına… Dört dörtlük kıyafetlerin içinde ki yapay gülüşlerde bulmaya çalışınca huzuru, sanki hayatın huzur bulacak tüm köşeleri kapılmış gibi geliyor insana…
Sevmediğiniz her tavrı için suçladığınız insanlar oluyor, kalbinde çırpınan kelebek ise bu tavırlardan gözükmüyor bile. İnsanlar kendilerini anlatmaya çalışırken doğal olmayı deneseler belki her şey çok daha kolay olacak ama işte... Olması gerekenleri sunmak ile başlıyor hatalar, mutsuzluklar...
Bugün kendinize bir iyilik yapıp, mutluluk için gerekli ana başlıkları silseniz hayatınızdan ne dilerdiniz? Ben sizin adınıza cevap vereyim; huzur ve sevgi dilerdiniz.
Peki bu sevgi sizin kalbinizde yoksa kim size bu sevgiyi sunabilir ki? Siz her gün içtiğiniz dünyanın ta öbür ucundan gelen kahve tanelerinden yaptığınız sıcak sütlü kahveye dilinizi yaktığı için kızarken, içine bir parça huzur katsanız ve deseniz ki, şanslıyım. Bir koltuğum, kitabım ve kahvem var…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder