14 Aralık 2008 Pazar

Bu bayram da geldi geçti


İşte bir bayram daha geçti, biraz tatil biraz tatlı biraz etli... Her uzun tatil döneminin ardından pazartesi sabahı iş/okul vakti nasıl kalkacağız? derdi de bu bayramın son gunu telaşı olarak karşımızda. Bundan 10 gün once cuma akşamı bir telaş ve sevinç içerisinde karşıladığımız günler göz açıp kapatıncaya kadar geçmiş bulunmakta.


Bayram günleri bir anda unutturdu krizi, sorumlulukları ve tüm dertleri. Pazartesi gününü bekliyor herşey sanki. Cuma günü çalışan bir kesim de vardı onları göz ardı edemeyiz ama tüm sorunlardan kaçan kesim daha büyüktü bu açık.


Üreticinin daha da üretmesi gereken bu vakitler de, biz sadece birazcık, tüketicinin daha da tüketmesine yardımcı olduk. Diyorlar ki gelecekte bölünmek zorunda kalacak bu bayram tatilleri, her sektör farklı vakitlerde tatil yapacak diğer bir değişle bayram kutlayacak. Böylelikle trafik, üretim,tüketim seyri normal veya normalin azıcık üstünde seyyir edecek.


Biraz aile saadeti, üzerine kavurma ve göbek üzerinde bir kaç saat... İşte size kurban bayramı tatilimizin kısa formulu... Ateletimizin tavan yaptığı bu günler bir kaç gün içinde taban yapmalı! Güzel bir pazartesi olsun...

7 Kasım 2008 Cuma

Düşündüm de...



Nokta ile virgül, noktalı virgül etmiyor...



K a p a l ı

Kapalı kapılar ardında değil, kapalı satırlar içinde kaybolmuş gönlüm,
Gün ışığı sızdığını zannetmişim kelimelerin arasından, değilmiş...
Gün ışığı gibi aydınlık ve beyaz kelimeler beklemişim
Bekledikçe belirsizleşmiş hava, gün batmış beklerken.
Kapalı sözlerle gelmiş belirsizlikler
Soframıza sessizlik katmış
Işıkları yakan olmamış fosfor vakitlerinde
Gün yeni mi doğuyor yoksa batıyor mu ayrımına varamadığımız zamanlar yaşamışız...
Öyle ya da böyle, orada veya burada,
Güneş batmış, gönül yaralı, kapanmış gözlerim...

21 Ekim 2008 Salı

Satırlarım özlem dolu...

Özlem damladı kalemin ucundan parmaklarıma bulaştı izi
Özleminin izi, bir başka değişle senin...
Damlayan yaşlarımla büyüdü içimde sensizliğin karanlığı
Işıkları yaktım, olmadı.
Ağlayan kalbim mi, sessizliğinde?
Yoksa özlem mi damlıyor kalbimden, bilemedim.
Gözleri uzaklara dalar insanın,
biraz buruk biraz ışıltılı bakar...
Ve özlem dolu anlarda
hep o umutla atar kalp.
pek bir söze gerek yok aslında
özlüyorum seni.

Hareket Vakti geldi…










“Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan bir adama rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve “Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi “yaşamaları için” yanıtını verince, Adam bu defa “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları atmanız neyi değiştirecek ki?” der. Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “bak onun için çok şey değişti” karşılığını verir.

Bu hikâyenin neresinde hayatlarımız? Kıyıya vurmuş bir denizyıldızı gibi, birinin bizim parlaklığımızı keşfetmesini bekleyerek can mı vereceğiz? Yoksa denizyıldızlarını yaşatmaya çalışan kişi gibi, en azından bir kişinin, yalnızca bir kişinin biz var olduğumuz için daha iyi halde yaşamasını sağlayacağız. Belki de, farkında olmadan ayaklarımızın altında ezilip gidecek denizyıldızları…

Seçimlerle ilerliyor hayatımız, ama seçilen olmayı beklemekle geçirmemek lazım günlerimizi. Önce kendinize bir sorun neden sizi seçmeliyiz? Seçilmek için nedenlere, değişime, gelişime ve kendini yenilemeye ihtiyacı var herkesin.

Biz değil miyiz değişim ve gelişim için, sebepler yaratan, erteleyen, askıya alan? 5N1K soruları ile daha başlamadan vazgeçen ve bir de üzerine vazgeçtiği için, sebepler bulan ve kendi vicdanını, bu sudan sebeplerle kandıran. Kaç defa planladınız spora başlamayı? Ve daha sağlıklı bir yaşam için başlamaktan vazgeçtiğiniz kaç başlık oldu? Herkesin bir türlü harekete geçemediği başlıkları az çok kendimden de tanıyorum.

Gazeteler yazıyor, “harekete geçmek için ne bekliyorsunuz?” Diye. Büyükler kendi aralarında tartışıyor, ben önce harekete geçtim ben hak ettim diye. Kırmızı ışık daha parlıyorken başlıyor çalmaya kornalar, haydi harekete geç! Diye bağırıyor insanlar. Ortalıkta gürültü kıyamet ve büyük bir hareket var ama bu sanırım sizin ve benim istediğim hayallerini kurduğum kendime hedef seçtiğim hareket değil.

Peki, neden bu atalet? Son dakika ödev teslimleri, sınav öncesi sabahlamalar, kilo alınca “aman” diyip, ölüm rejimleri, duvardaki tablo kaç zamandır yamuk farkında olmamalar, yerinden kalkmamalar, isteksizlikler vb. üzerinizden bir türlü atamadığınız ama aslında üzerinizde hiç istemediğiniz bir giysi gibi atalet.

Sizlere hayatın bizlere sunduğu bu bilgiyi ve coşkuyu anlatamam. Bir girişimci olarak, daha ortada hiçbir şey yokken ve sadece heyecanınız var iken, hareket geçmelisiniz. Aksilikler ve zorluklar hiçbir zaman peşinizi bırakmayacak. En büyük zorluğu aştığınızda daha büyüğü sizi bekliyor olacak. Hayat hep sizi sınayacak. Harekete geçip arkanıza baktığınızda, verdiğiniz emek, üzerine harcadığınız zaman ve aldığınız iyi yönde bir yorum sizin daha ileri gitmenize ve en önemlisi deneyim kazanmanıza yardımcı olacaktır. Sanırım, hareket vakti geldi?

12 Eylül 2008 Cuma

Yaz Bitmeden

Küresel Isınmamı engelliyor bitmesini yazın yoksa, benim kalbim mi istemiyor bilemiyorum. Deniz, kum ve güneş veya ağaç, hamak ve uyku gibi üçlemelere olan isteğim tükenmek bilmiyor. Huzursuz seslerin arasında, huzur bulmaya çalışmak gibi, ya da kalabalık br iş merkezinin orta katında yoga yapmak gibi... Dün ve gelecek ile bağlatının kesildiği sadece o anı yaşadığın anlar yaşamak istiyorum belki de kimbilir. Sorumluluklarım sıkıştırıyor beni, verdiğim sözler var, vicdanım hiç rahat değil, işler raporlar beni bekleyen, insanlar haber bekliyor, kimilerini kaçıyorum gözden belki de kırıyorum, toplantılar, faturalar ve zaman oyle akıyor ki... Yaz bitmeden yapmam gerekenlar var. Varsa bu karmaşanın giderilme şansı her şansı denemek isterim. Bir vana varsa mesela, açıp boşaltsam yavaş yavaş :)

Can Dostu Yol Dostu

Can dostu şimdi uzak diyarlarda kimbilir kimlerin yol dostu oldu çıktı... Aynı şehirde yaşayıp aylarca görüşemeyen insanlarız, sanki araya uzak mesefelerin girmesi gerekiyormuşçasına... Hep elmizin altında ya buluşma hadisesi, yada bir telefon kadar yakın ya... Kandırıp durmuşuz kendimizi, iletişimin sanal araçlarında... Gözler gözleri görmeden kalpler kalpleri göremezmiş... Bugün bir yolcu daha yollara koyulmuştu... Başka kıtalara, başka şehirlere... Yeni hatıralar biriktirmek için bu kadar uzaklara mı gitmek gerekliydi bilemedim...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Şimdi Reklamlar!

Türkiye’de reklamcılığın gelişimi, dünyanın diğer taraflarındakinden pek farklı olmamış, ekonomik ve ticari hareketlerin paralelinde reklamcılık da kendi yolunda ilerleyerek bugünkü seviyeye gelmiştir.
İlkel reklamcılık devri bizde de tellallar, çığırtkanlar, işportacılar, tezgahtarlarla normal seyrini sürdürmüştür. Bir çoğumuzun hala karşılaştığı, sesli reklamcılık ile ilgili olaraksa,Türk esprisi ve zekasının eseri sayılabilecek ilginç sloganlar yerleşmiş, günümüze kadar gelmiştir. "Elimi kestim, kan akıyor kan" diyen karpuzcu, "Bal kutusu" benzetmesiyle malını satan kavuncu, "İkizlere takke" diye bağırarak tezgahındaki sütyenlere dikkati çekmeye çalışan işportacı reklam edebiyatına eserler katan isimsiz sa­natçılardır. Nane Şekeri keten helva, macun satıcılarının söyledikleri maniler reklam edebiyatı sınırlarım aşıp folklorumuza kadar girmiştir. Günümüzde bile mahalle aralarında zerzevat, boza, vb. dolaştıran seyyar satıcılar yeni yeni esprilerle reklam edebiyatımızı zenginleştirmektedir.

Peki, televizyonda saniyesi için yaklaşık 1500$ ödenen ve hergün binlercesiyle karşılaştığımız (fakat çoğunu görmediğimiz) bu sektör neden bu kadar önemli? Son yıllarda ön plana çıkan markalaşma global dünyada tutunabilmek için bir çok firmanın yatırım yaptığı bir unsur oldu. Bir çok firma markaları için yüksek reklam bütçeleri ayırdı. Aslında tüm firmaların amaçları aynıydı, hedef kitleye ulaşmak ve ürün ile müşteri arasında bir bağ kurmak. Kimi firmalar yaratıcılıklarıyla bunu başarabilirken kimileri ise bu reklam çöplüğünün arasında kaybolup gitti. Şimdi biz bireyler için bile çok zor olan bir şeyi yapmak zorunda firmalar; değişmek zorundalar… Peki nasıl? Değişmeden, yenilenmeden olmaz mı bu iş? Doğrusu, bu yenilenmeyi bireysel olarak inceleyebiliriz. Uzun zamandır spora başlamanız gerektiğini düşünüp duruyorsunuz, sağlığınız için bu şart fakat siz bir türlü o ilk adımı atmıyorsunuz, ilk adımı atmak da yetmiyor aslında bu bir süreç çünkü ve bu süreç içerisinde sizin zaman ayırmanız ve çaba sarfetmeniz gerekiyor. Daha sağlıklı bir vücut için sporun gerekli olduğunu bilen bizler, bir türlü hayat kalitemizi arttıramadık gitti. İşte aynı şeyi firmalarımıza da yaptık. Kurumsal kimliğimizin yetersiz olduğunu ve babdan kalma bir ad ile ilerleyemeyeceğimizi bile bile “buna da şükür” deyip devam ettik. Halbuki bu zaman ve emek isteyen bir süreçti. Üstüne üstük şimdi bir çok firma doktoru olan, reklam ajansları da var. Yani doktorumuzun bize “spora başlaman gerek” demesini bekledik. Ve şimdi, rakiplerimize bakınca daha fazla zaman kaybetmek bize sadece markamızı değil müşterilerimizi de kaybettirecek. Tabi ki bu her kurumsal kimlik yanlış oluşturulmuştur demek değil, adımlarını sağlam atan ve Pazar paylarını her geçen gün büyüten bir çok firmada sektörde yer almaktadır. Reklam sektörüne olan ilgi 2000’li yılların başından itibaren artmıştır. Ve bu ilgiyle beraber farklı reklam kanalları oluşmaya başladı. Şimdi gün içinde nerelerde reklamla karşılaşıyorsunuz bir düşünün, radyo,televizyon, gazete, dergi, internet, outdoor reklamlarından tutunda, cep telefonunuza smsle gelen mesajlara kadar dört yanımız çevrelenmiş durumda… Farklı reklam araçlarıyla ilgili olarak en son morfikirler.com sitesinde karşıma çıkan örnek ise Hangernetwork adlı bir firmadan geldi. Bundan kısa bir süre önce Hangernetwork adlı firma Ecohanger elbise askısı üzerine bir iş modeli kurulmuş. İş kısaca kurutemizlemecilere üzeri reklamla donatılmış elbise asklılıklarını dağıtmak. Aslında değiştirerek uygulamaya çok açık bir model.
İş modeline bakınca, aklınıza bir çok firma gelebiliyor; Mesela kuruyemişçiler. Tam rakam olmasa da Ege Bölgesinde 15,000'in üzerinde kuruyemişçi vardır. Bu rakam tahmini bir rakam. Kuruyemişçilerde en çok kullanılan ürün kesekağıtları ve tüm kuruyemişçiler bu kesekağıtlarını parayla alıyorlar. Şimdi bir düşünün bu kesekağıtlarının üzerine reklam alınsa ve ücretsiz olarak kuruyemişçilere dağıtılsa neler olur?
1-Ürün reklamı tüketiciye doğrudan en keyifli anında ulaşır.
2-Reklamcılıkda yeni ve kazançlı bir yöntem uygulanmış olur.
Bu kesekağıtları her kuruyemişçiye aylık olarak 1000 adet dağıtılsa 15.000*1000: 15 milyon adet eder. Hangernetwork adlı firma askılığı HAFTADA 50 milyon adet dağıtıyor. İşi araştırma aşamasında iyi bir fizilite yapmak, kuruyemişçilerin adreslerini tespit edip görüşlerini almak, kargo şirketleriyle anlaşmalar yapmak gerekli.
İş ile ilgili bir kaç ufak not daha eklemek istiyorum.
-Kesekağıtlarının altına kargo firmasınında reklamı alınarak kargo maliyetide azaltılabilir.
-Hangernetwork geri dönüşümlü kağıtları kullanıyor.
Bu iş fikri uygulandığı zaman reklam vermeyecek firmaya doğrusu şaşmak gerekir. Bankalardan tutunda bir çok sektör tüketiciye doğrudan ulaşma fırsatını kaçırmayacaktır.


Kendiniz ve firmanız için yeni bir şeyler yapın, reklam stratejilerinizde dokunulmamış ve keşfedilmemişe doğru yelken alın. Sağlıklı ve güçlü bir firma için spora başlamak gerek...

Muhammet Ok’a Teşekkür ederim

5 Mayıs 2008 Pazartesi

İnsanların gülümsediği şehir...


Şehir mi gülüsetiyor insanı, insanlar mı bu şehir de gülümsüyor kimbilir. Yollar geçilse, dağlar aşılsa yine bu şehir gülümsetir insanı. Sevdikleri yanında olunca insanın, en büyük kahkahalara hazır yürek. Bir yanda özlem bir yanda alevler içinde bir kalp varsa avuçlarının içinde, güneşe daha yakın hissedeceksin kendini, sıcaklığında. En güzel manzaralar düşündürücü gelebilir tek başına baktığında, en komik anlar gülümsetmez, önünde durmak istediğin yerlerden adımlarını yavaşlatsan da geçer gidersin tek başına... Paylaşmıyorsan eğer kahkahanı çok da kahkaha olmaz zaten küçük bir tebessümle kalır. Gözyaşın boğazında düğümlenip kaldıysa ve çözülmüyorsa ağlamadan, ya ağlayacak bir kucak bulmalısın, yada o düğümle yaşamaya alışmalı. Bu şehir'de yalnız olmak çok kolay değil, her şehirde olduğu gibi... Biraz daha şanslısın sadece, selamına karşılık veren ve hatrını soran insanlar olduğu için... Deniz'in kıyısında yosunlarla, taşlarla paylaşabildiğin için ufukun sana çağrıştırdıklarını... Faturalardan, gelecekle ilgili kaygılardan, sorumluluklardan gün sonunda bir dakika bile olsun uzaklaşma şansı veriyorsa bu şehir... Bu şehir gülümsetir insanı. Hele bir de bu gülümseten şehirde, sevdiklerin de varsa...

25 Nisan 2008 Cuma

Baktığımı geçiyorum Gördüğümde Değişenler var

Sabırsızlanan insanların ve kalabalık topuk seslerinin arasında birbiriyle yarışırcasına yürüyen insanlarız. Sadece aldığımız tadlar ve gördüğümüz yüzler farklı birde yaşadığımız an, bu bakıştan.. Bugün zorlukların ve insanı çileden çıkarabilecek herşeyin olduğu bir gün bense bana hediye edilen bir sonuç için inatçı ve güleryüzlüyüm... Çevremde bulunan negatifliklere kapattım kendimi. Işıkları ve kelebekleri görmeye çalıştım... Eğer günün sonunda bir armağan varsa, hayata bakışınız değişebiliyor... Gördüğümde değişenler var bugün ışıklar daha parlak geceden belki bilmiyorum... :)

7 Nisan 2008 Pazartesi

Derinliklerden

Derin düşünceler içinde çıkmaz bir sokağın, en kör ve karanlık kıyısında durdum. Öyle karanlıktı ki, kararsız kaldım gözlerim açık mı, kapalı mı diye... Gözlerimi kapayıp açtım bir kaç kere... Varlığımla yokluğum arasında gidip geldim. Varlığımla ilişkide bulunan herkes için neredeydim? Ve yokluğumla ilişkide olan herkes için nerede? Yokluğum duvarlardan yerlere akan civa gibi ağır ağır sardı etrafımı... Ve yok olmak istedim... Bir süre yok olsam kim gelir peşimden diye düşündüm ve süre uzasa kim devam eder aramaya... Her gün ümitle pencereden kim bakar, bekler? Bir kaç ad saydım içinden, kanımdan bir kaç ad... Ve bugün yok olmak istedim... Daha önce hiç istememiştim, garip bir duyguymuş...
Üzünçgillerden bir demet yaptım kendime, ve üzgün çiçekler gibi boynu bükük kaldım. Üzdüğümden çok üzüldüğüm için belki, gözlerimin kenarında çizgiler oluşmuş bugün gördüm. Düşündüğüm her keşkeli cümle için bir gece uykusundan daha mahrum kaldım ve yoruldum. Her sorulan sorunun karşılığı olmuyor işte... Bugün nasılsın diyince, iyiyimden sonra nokta gelebiliyor. Belki bilmek istersin, bana sorarsan, ben bugün yok olmak istiyorum...

18 Mart 2008 Salı

Tuğla


Hava güneşli olduğu zaman günün güzel geçeceği izlenimini yaratıyor sanki. Zor günlerin güneşli başlaması ne kadar mutluluk verici sizin için bilmiyorum ama gökyüzüne bakıp derin bir nefes alırsanız belki etkileyebilir gününüzü. Beraber adım atılacak kimi projeler yapıyoruz. Çok bir şey istemiyorum sadece bu kocaman yapı için bir tek tuğla. Binlerce tuğla arasında nasıl bir yer var demeden, başarının parçası olarak... Bugün kiremit rengi tuğlaları üstüste koymaya çalışırken bana yardım etmek isteyen bir kaç kişi geldi tuğlalarıyla... Tuğlaları koymasına koydular ama biri yeşil biri mavi biri kırmızı... Kendi renkleri değil ki benim istediğim... Dinletemedim, yaranılmıyor sana dediler, kendimi doğru ifade edememiş olmanın verdiği şaşkınlıkla baktım yüzlerine. Evin daha birinci katındayken, bir kaç kişi bitirdikleri iki katlı projelerinin üzerinden bir kaç tuğla fırlattılar bana, yardım ettiler hesapta... Kimi yere düştü parçalandı, kimi ise ayağıma geldi. Bir süre hiç tuğla koyamadım ayağımla uğraşırken sadece bu yapıya. Görüyorum ki her sektör takım çalışmasına çok yatkın olabiliyor. Kimi zaman tüm tuğlları kendim dizeceğim diye kızsam bile, bugün hiç bir karşılık beklemeden benimle beraber tuğlaların üzerine tuğla koyan, yukardan gelen tuğlaların kırıntılarını benimle temizleyen ve refleksleri kuvvetlenen ve asıl başarıyı paylaştığım takım arkadaşlarına teşekkür ediyorum. İkinci katı sizlerle çıkacağız :)

3 Mart 2008 Pazartesi

Kelimelerin anlamı



En güzel kelimeleri seçtiniz duygularınızı ifade ederken ve en süslü laflar geldi ardından hiç düşünmeden. Kelimeler mi azdı yoksa siz kolay mı tükettiniz tüm anlamları?

Söylediğinize pişman olduğunuz her kelime için kaç gözyaşı döktünüz. Gereksiz yere açıkladığınız duygularınız mıydı hatanız, yoksa doğru duygular içinde olmadığınız mı? Bilemediniz…

Şimdi her gün ve her satırda, kelimelerin arasına küçükler esler koyun konuşurken. İzin vermeyin, kelimeleri değersizleştirmeye… Çünkü siz onları değersizleştirdikçe farkında olmadan kendinizi değersizleştireceksiniz. Duygularınızı ulu orta açığa çıkarırken gözleriniz, kelimeleriniz de olmayı versin, gözlerinizin ışıltısında…

Yalan kelimeler hiç yokmuş gibi yapmayın hayatınız da… Kelimeler gibidir insanlar ve insanlardır kelimeler. İçinde dürüstlüğü taşıdığı gibi yalanı da taşır kalpler.
Kolaysa yalan sözcükler, kalpler çoktan taş olmuş ve yalansa insanlar, sözleriniz yağmur bulutları gibi geçip giderken ardında gözyaşı bırakır sadece. Her damlada güneşli günlerin umudunu taşır insan, ama yağmurlar çoğalır, sel olur… Vicdanı kalmamışsa insanın ve elini kaldırmış teslim olmuşsa yalanlara, ellerini yukarı kaldırdığında boyunun uzadığını zannediyorsa, bırakın yanınızdan yürüyüp geçsin… Sadece yol verin teslim olmuşlara…

Yürümeyi hiç istemediğiniz ama yoldan çıkmak için, yürümek zorunda kaldığınız yollar var biliyorum. Hiç konuşmak istemediğiniz ama cevap vermek zorunda olduğunuz anlar, öldürmek mi ölmek mi arasında gidip geldiğiniz ve sizi üzen insanlar, pişmanlıklar, kavgalar, silahlar, olaylar, kitaplar, zorluklar vb. var.

Hayat bu, hep istediğin yöne doğru esmez ki rüzgarlar…

Kelimeler neden değerli biliyor musunuz? Çünkü onları siz söylüyorsunuz. Siz kendinize ne kadar değer veriyorsanız, kelimelerinizde o değeri taşıyacaktır inanınız…

22 Şubat 2008 Cuma

Mutsuzluk


İçiniz kararmasın hemen, başlığa bakıp, mutsuz anlarınıza dalarak… Hepimizin çok derin yaraları ve mutsuzlukları olmuştur bu hayatta. Ve biliyorum; sizin yaranız en derini, sizin derdiniz en büyüğü… “Senin ki de dert mi be kardeşim?, zamana bırak geçer gider" öğüdünü almak işe yaramasa da, çokça dinlemişsinizdir eminim. Herkesin derdi vardır. Çevrenizde ki yapay görüntüleri sıyırdığınızda, karşınıza çıkan kişiliklerde hep birkaç darbe bulunur, tabi keşfedebilene. İş keşfetme meselesi de değil asılda, bir mutsuzluk yarışı da yok ortada, ama nedense insanlar mutsuz anlarında birbirlerini dinlerken ve yaşanmışlıkları anlatırken, böyle bir bağ kurmaya çalışıyor. Mutsuzluğun sebebi konu her ne ise, o konu hakkında herkes birkaç yorumda bulunur, hatta karşısındakine olan sevgisinden ve onun üzülmemesini istediğinden; "bak ben de böyle bir şey yaşamıştım" hikâyeleri anlatılır durur… Dertler katlanarak çıkar karşınıza, sanki yaşınızla beraber alınan kötü haber sayıları çoğalmaktadır. Kendisi için maddi hedefler koyan bir çok kişi yıkılır bu yolda. Çünkü yıllardır savaştığı koltuğa oturmuştur, yıllar borcunu ödediği ev artık onundur… Maddi ihtiyaçlar hiç bitmez deseniz de, bir ev bir araba ve geride kalacaklar güzel bir gelecek hayalleri vardır, bu başlığın içinde. Peki kalbiniz bunlarla mı atar? Tüm bu tek depremle yıkılabilecek maddi ihtiyaçlar mı ışıldatır gözlerinizi?

Hikayelerde, kadehlerde, duygusal melodilerde saklıdır bu üzünçgiller ama en tehlikelisi kalpte saklı olanlarıdır. Kalbinizin derinlerine sakladığınız gözyaşı olup akamayan, dilere name olamayan bu mutsuzluk aslında içindeki ışığın sönmesidir belki de, bilemezsiniz... Kimi zaman hepimiz hayata karşı inancımızı tüm güvenimizi yitiririz. İşte tam da bu yitik zamanda, siz kendinize olan inancınızı ve elinizdeki değerleri görmeseniz bu mutsuzluk içinizde bir yerlere saklanır ve kemirmeye başlar sizi.

Depremle yıkılmıştır binalar ve her depremde yıllar devrilir, toprağa karışır gider. Mutluluğu karıştırır çoğu insan, sanar ki bu koltukta oturunca mutluluk tam yanımda, bu evin sıcaklığı ısıtacak içimi… Maddi her şeyi değerli kılan, onların maddesel değerlerimidir sizin için bilemem. Parmağınıza taktığınız o çok değerli pırlanta mı değerli olan yoksa, bir metal tel mi? Hangisi daha çok mutlu eder insanı? Ve bir eşya nasıl değerli olur? Nasıl mutluluk verir?
Günümüzde insanlar enerjilerini düşüren insanlarla vakit kaybetmek istemiyorlar çoğu zaman, böyle zamanlarda daha iyi görebilirsiniz en iyi dostlarınızı sevdiklerinizi… Geçer gider zaman, unutursunuz, üstesinden gelirsiniz, bugün inansanız hayata, belki insanlara değil de, kelebeklere inansanız önce, yine de geçer gider… Nazım Hikmet’in karıma Mektup şiirde dediği gibi Yaşarsın karıcığım,kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısıen fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.

Mutluluğu ölçerken birinci bardak ile onuncu bardak arasında aynı mutluluk olmadığını söylüyor iktisatçılar. Her sahip olunanla değer kaybediyor, elinizdekiler. Çevrenizde ki insanlar yetmiyor size, eviniz dar geliyor, arabanız eski şimdi… Hep daha fazlası için çabalıyor insanoğlu, ister işi olsun ister eşi, sanki huzuru değil de mükemmeli arıyor kusursuzmuşçasına… Dört dörtlük kıyafetlerin içinde ki yapay gülüşlerde bulmaya çalışınca huzuru, sanki hayatın huzur bulacak tüm köşeleri kapılmış gibi geliyor insana…

Sevmediğiniz her tavrı için suçladığınız insanlar oluyor, kalbinde çırpınan kelebek ise bu tavırlardan gözükmüyor bile. İnsanlar kendilerini anlatmaya çalışırken doğal olmayı deneseler belki her şey çok daha kolay olacak ama işte... Olması gerekenleri sunmak ile başlıyor hatalar, mutsuzluklar...

Bugün kendinize bir iyilik yapıp, mutluluk için gerekli ana başlıkları silseniz hayatınızdan ne dilerdiniz? Ben sizin adınıza cevap vereyim; huzur ve sevgi dilerdiniz.
Peki bu sevgi sizin kalbinizde yoksa kim size bu sevgiyi sunabilir ki? Siz her gün içtiğiniz dünyanın ta öbür ucundan gelen kahve tanelerinden yaptığınız sıcak sütlü kahveye dilinizi yaktığı için kızarken, içine bir parça huzur katsanız ve deseniz ki, şanslıyım. Bir koltuğum, kitabım ve kahvem var…

18 Şubat 2008 Pazartesi

Şimdi Reklamlar!

Türkiye’de reklamcılığın gelişimi, dünyanın diğer taraflarındakinden pek farklı olmamış, ekonomik ve ticari hareketlerin paralelinde reklamcılık da kendi yolunda ilerleyerek bugünkü seviyeye gelmiştir.İlkel reklamcılık devri bizde de tellallar, çığırtkanlar, işportacılar, tezgahtarlarla normal seyrini sürdürmüştür. Bir çoğumuzun hala karşılaştığı, sesli reklamcılık ile ilgili olaraksa,Türk esprisi ve zekasının eseri sayılabilecek ilginç sloganlar yerleşmiş, günümüze kadar gelmiştir. "Elimi kestim, kan akıyor kan" diyen karpuzcu, "Bal kutusu" benzetmesiyle malını satan kavuncu, "İkizlere takke" diye bağırarak tezgahındaki sütyenlere dikkati çekmeye çalışan işportacı reklam edebiyatına eserler katan isimsiz sa­natçılardır. Nane Şekeri keten helva, macun satıcılarının söyledikleri maniler reklam edebiyatı sınırlarım aşıp folklorumuza kadar girmiştir. Günümüzde bile mahalle aralarında zerzevat, boza, vb. dolaştıran seyyar satıcılar yeni yeni esprilerle reklam edebiyatımızı zenginleştirmektedir.
Peki, televizyonda saniyesi için yaklaşık 1500$ ödenen ve hergün binlercesiyle karşılaştığımız (fakat çoğunu görmediğimiz) bu sektör neden bu kadar önemli? Son yıllarda ön plana çıkan markalaşma global dünyada tutunabilmek için bir çok firmanın yatırım yaptığı bir unsur oldu. Bir çok firma markaları için yüksek reklam bütçeleri ayırdı. Aslında tüm firmaların amaçları aynıydı, hedef kitleye ulaşmak ve ürün ile müşteri arasında bir bağ kurmak. Kimi firmalar yaratıcılıklarıyla bunu başarabilirken kimileri ise bu reklam çöplüğünün arasında kaybolup gitti. Şimdi biz bireyler için bile çok zor olan bir şeyi yapmak zorunda firmalar; değişmek zorundalar… Peki nasıl? Değişmeden, yenilenmeden olmaz mı bu iş? Doğrusu, bu yenilenmeyi bireysel olarak inceleyebiliriz. Uzun zamandır spora başlamanız gerektiğini düşünüp duruyorsunuz, sağlığınız için bu şart fakat siz bir türlü o ilk adımı atmıyorsunuz, ilk adımı atmak da yetmiyor aslında bu bir süreç çünkü ve bu süreç içerisinde sizin zaman ayırmanız ve çaba sarfetmeniz gerekiyor. Daha sağlıklı bir vücut için sporun gerekli olduğunu bilen bizler, bir türlü hayat kalitemizi arttıramadık gitti. İşte aynı şeyi firmalarımıza da yaptık. Kurumsal kimliğimizin yetersiz olduğunu ve babdan kalma bir ad ile ilerleyemeyeceğimizi bile bile “buna da şükür” deyip devam ettik. Halbuki bu zaman ve emek isteyen bir süreçti. Üstüne üstük şimdi bir çok firma doktoru olan, reklam ajansları da var. Yani doktorumuzun bize “spora başlaman gerek” demesini bekledik. Ve şimdi, rakiplerimize bakınca daha fazla zaman kaybetmek bize sadece markamızı değil müşterilerimizi de kaybettirecek. Tabi ki bu her kurumsal kimlik yanlış oluşturulmuştur demek değil, adımlarını sağlam atan ve Pazar paylarını her geçen gün büyüten bir çok firmada sektörde yer almaktadır. Reklam sektörüne olan ilgi 2000’li yılların başından itibaren artmıştır. Ve bu ilgiyle beraber farklı reklam kanalları oluşmaya başladı. Şimdi gün içinde nerelerde reklamla karşılaşıyorsunuz bir düşünün, radyo,televizyon, gazete, dergi, internet, outdoor reklamlarından tutunda, cep telefonunuza smsle gelen mesajlara kadar dört yanımız çevrelenmiş durumda… Farklı reklam araçlarıyla ilgili olarak en son morfikirler.com sitesinde karşıma çıkan örnek ise Hangernetwork adlı bir firmadan geldi. Bundan kısa bir süre önce Hangernetwork adlı firma Ecohanger elbise askısı üzerine bir iş modeli kurulmuş. İş kısaca kurutemizlemecilere üzeri reklamla donatılmış elbise asklılıklarını dağıtmak. Aslında değiştirerek uygulamaya çok açık bir model.İş modeline bakınca, aklınıza bir çok firma gelebiliyor; Mesela kuruyemişçiler. Tam rakam olmasa da Ege Bölgesinde 15,000'in üzerinde kuruyemişçi vardır. Bu rakam tahmini bir rakam. Kuruyemişçilerde en çok kullanılan ürün kesekağıtları ve tüm kuruyemişçiler bu kesekağıtlarını parayla alıyorlar. Şimdi bir düşünün bu kesekağıtlarının üzerine reklam alınsa ve ücretsiz olarak kuruyemişçilere dağıtılsa neler olur?1-Ürün reklamı tüketiciye doğrudan en keyifli anında ulaşır.2-Reklamcılıkda yeni ve kazançlı bir yöntem uygulanmış olur.Bu kesekağıtları her kuruyemişçiye aylık olarak 1000 adet dağıtılsa 15.000*1000: 15 milyon adet eder. Hangernetwork adlı firma askılığı HAFTADA 50 milyon adet dağıtıyor. İşi araştırma aşamasında iyi bir fizilite yapmak, kuruyemişçilerin adreslerini tespit edip görüşlerini almak, kargo şirketleriyle anlaşmalar yapmak gerekli.İş ile ilgili bir kaç ufak not daha eklemek istiyorum.-Kesekağıtlarının altına kargo firmasınında reklamı alınarak kargo maliyetide azaltılabilir.-Hangernetwork geri dönüşümlü kağıtları kullanıyor.Bu iş fikri uygulandığı zaman reklam vermeyecek firmaya doğrusu şaşmak gerekir. Bankalardan tutunda bir çok sektör tüketiciye doğrudan ulaşma fırsatını kaçırmayacaktır.
Kendiniz ve firmanız için yeni bir şeyler yapın, reklam stratejilerinizde dokunulmamış ve keşfedilmemişe doğru yelken alın. Sağlıklı ve güçlü bir firma için spora başlamak gerek...
Muhammet Ok’a Teşekkür ederim